“Huzursuz Bir Ruhun Panoraması: Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Edebiyat ve Düşünce Dünyası” kitabının derleyenlerinden Özge Dikmen ile Yakup Kadri’nin hikâyeciliğini ve hikâyelerindeki azınlıklar meselesini konuştuk.
(14 Mart 2022 tarihinde Açık Radyo’da Ben Buradan Okuyorum programında yayınlanmıştır.)
Burcu Şahin: Öncelikle dinleyicilerimize kitabın hazırlanma süreci ve içindekiler hakkında biraz bilgi verebilir miyiz? Kitaba katkı sunanlar kimler ve Yakup Kadri hangi yönleriyle incelendi, karşımıza nasıl bir Yakup Kadri manzarası çıktı?
Özge Dikmen: Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun edebiyat ve düşünce dünyasına ayna tutan Huzursuz Bir Ruhun Panoraması, Yakup Kadri’nin külliyatını da yayımlayan İletişim Yayınları tarafından yayımlandı. Bu noktada bu konuda kitap yazma fikrinin değerli Tanıl Bora’dan çıktığını söylemem lazım. Kitabı Yalçın Çakmak hocamız ile birlikte hazırladık. Kitapta siyasi kimliğinin yanında edebi eserleriyle de ön plana çıkan Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun romanları, hikâyeleri, süreli yayınlarda çıkan siyasi ve edebi yazıları farklı alanlarda çalışan yazarlarımız tarafından farklı bakış açılarından inceleniyor, onun huzursuzluğuna, edebiyatının kaynaklarına, Batı’ya, aşka, inkılâba, savaşa, kadınlara, mekâna, dine, millete, siyasete, Atatürk’e bakışına aynalar tutuluyor. Yirmi dört makalenin yer aldığı ve Yakup Kadri ile akraba olan değerli Murat Belge’nin önsözüyle başlayan kitap Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun geç dönem Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan verimli huzursuzluğuna dikkat çekiyor. Yakup Kadri, Cumhuriyet döneminin kanonik yazarlarından, çok yönlü bir aydın ve biz de kitapta onun bu çok yönlülüğünü ortaya koymak amacıyla yola çıktık ki sanırım az çok da bu amaca vasıl olduk. Yakup Kadri, Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde yaşanan toplumsal, siyasal ve kültürel gelişmelerin içinde yer aldığı gibi, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasında da etkili bir isim. Kitapta karşımıza çıkan Yakup Kadri manzarasına gelirsek Yakup Kadri’nin edebiyatçı kimliği ve aydın kişiliği, başlangıçta mistik ve mitolojik bir tasavvurla karılırken ilerleyen yıllarda yeni kurulan Cumhuriyet ile ulus devlet inşasına katkı sunan ideolojik ve siyasi bir amaca doğru evrilir. Bu da her şeyden ziyade Yakup Kadri’nin edebiyatçı ve siyasetçi kimliğinin birlikte anılmasını beraberinde getirir ki bunda Mustafa Kemal ve çevresi ile olan ilişkileri, milletvekilliği yapması, gazete yazarlığı, diplomatlığı ve dâhil olduğu aydın çevrenin (Kadro) önemli bir rolü vardır.
B.Ş.: Alanda büyük bir açığı kapattınız bu kitapla aslında. Şimdi yavaş yavaş sizin yazınıza yaklaşalım. Yazıda hikâyelerindeki azınlıklar meselesini inceliyorsunuz. Azınlıklar meselesine daha genel bir soruyla giriş yapalım: Yakup Kadri dediğimizde aslında akla ilk gelen romancılığı. Siz hikâyeleri üzerinde durmayı tercih etmişsiniz. Hatta ben de. Misal can sıkıntısı konusunda Yakup Kadri’nin tavrı romanlarında ve hikâyelerinde farklı. Kısaca bu konuda hikâyelerindeki erkekler, romanlarındaki kadınlar gibi diyerek merak uyandırıp bırakayım. Azınlıklar meselesinde buna benzer bir fark var mı? Hikâyeleri ve romanları kıyaslandığında biçimsel özellikler dışında farklılıklarla karşılaşabiliyor muyuz yoksa tamamen örtüşen, birbirinin devamı sayılabilecek bir bakış açısı mı kurmuş?
Ö.D.: Öncelikle söylediğiniz gibi bu kitapla alanda büyük bir açığı kapatabildiysek ne mutlu bize. Yazıma gelecek olursak yazarın hikâyeleri üzerinde durmayı tercih etmemin iki nedeni var. Bunlardan birincisi bugüne kadar Yakup Kadri’nin edebi yönü ile ilgili yapılan kapsamlı çalışmaların genelde onun romanları üzerine inşa edilmiş olması. İkinci neden ise Yakup Kadri’nin, 1923-1950 yılları arasında hikâye yazan isimlerden biri olarak hikâyelerinde azınlıklara en çok yer veren hikâyecilerden biri olması, Millî Savaş Hikâyeleri kitabındaki neredeyse bütün hikâyelerinde azınlık karakterlerin yer almasıdır. Azınlık meselesi üzerinden hikâye ve romanları kıyaslandığında ise biçimsel özellikler dışında çok büyük farklılıklarla karşılaştığımızı söyleyemeyiz. Zira hikâyelerindeki olumsuz bakış açısı genellikle romanlarında da kendisini hissettirmektedir. Romanlarda da tıpkı hikâyelerinde olduğu gibi azınlıkların kullanılan olumsuz sıfatlardan tutun da koku gibi fiziksel özelliklerine değin olumsuzlanmaları söz konusudur. Bu noktada dikkat çeken bir diğer husus da yazarın bazı romanlarında azınlıklarla ilgili olumsuzlayıcı bakışın kadın karakterler üzerinden ortaya konulmasıdır. Yazarın kimi romanlarında azınlıklar ile ilgili olumsuzlamayı kişisel boyuttan kurumsal boyuta taşıdığı da görülmekte olup onların okul, kilise, aile gibi kurumları da olumsuzlanmaktadır.
“Yakup Kadri’nin Millî Mücadele yıllarını çok canlı sahneler ile anlattığı Millî Savaş Hikâyeleri’nde artık ferdi ıstıraplardan sıyrılarak tam anlamıyla toplumsal ve milli meselelere yöneldiğini söylemek yanlış olmayacaktır.”
B.Ş.: Yakup Kadri’nin yazın dünyası aslında hep bir değişim içeriyor, bunun azınlıklar konusunda değişmemesi de ayrıca tartışılabilir bir mesele gibi. Genel olarak Yakup Kadri hikâyeciliğinde ya da romancılığında özellikler şunlardır diyerek bir kenara çekilmek zor. Belli dönüşüm noktaları kırılma anları var. Bu nedenle genel hatlarıyla Yakup Kadri hikâyeciliği hakkında biraz konuşmak iyi olabilir. Hikâyeciliğinin kırılma noktaları var mı, varsa nerelerde?
Ö.D.: Edebiyatın hemen her alanında kalem oynatan yazarlardan biri olan Yakup Kadri, roman türünde ortaya koyduğu eserlerle ön plana çıkmış olmakla birlikte hikâye türünde de eserler verir ve bu hikayeler adeta onun romanlarının hazırlayıcısıdır. Karaosmanoğlu, 85 yıllık hayatında Meşrutiyet, Mütareke, Milli Mücadele ve Cumhuriyet Dönemlerine tanık olur. Mensubu olduğu toplumun yaşadıklarına ve Türk tarihinin en ciddi kırılma anlarına tanıklık eden sanatçının edebiyat ve sanat anlayışı da bu kırılma anlarına paralel dönem dönem değişimlere uğrar. Fecr-i Âti mensubu olduğu ilk dönem için ferdiyetçi olduğunu söylemek mümkündür. Ancak değişimden korkmayan, çok okuyan, çok düşünen kişiliğiyle kendini sabit fikirler ve sanat anlayışları ile sınırlamadığı görülen sanatçının 1909-1922 yılları arasında yaşadığı değişimlerin izini eserleri üzerinden sürmek mümkündür. Bu noktada onun hikâyeciliğini de iki döneme ayırabiliriz. İlk dönemde sanatın şahsî ve muhterem olduğuna inanan bir Fecr-i Âti yazarı olarak kaleme aldığı, yazarın Mısır’da geçen çocukluk hatıralarından izlenimlerle de süslenen hikâyeleri, Servet-i Fünûn zevkini ve anlayışını yansıtır. Bu hikâyelerinde Fransız yazarlarından öğrenmiş olduğu tekniği kullandığı, ferdiyetçi ve ailevi konuları işlediği görülür. Yazarın sanat anlayışında köklü bir değişime yol açan siyasi ve toplumsal olaylar ikinci dönemdeki hikâyelerinin konularını da değiştirir. Yakup Kadri, toplumun yaşadığı siyasi ve toplumsal olayların etkisi ile “sanat için sanat” anlayışının pek doğru olmadığına inanmaya başlar. Yakup Kadri’nin Millî Mücadele yıllarını çok canlı sahneler ile anlattığı Millî Savaş Hikâyeleri’nde artık ferdi ıstıraplardan sıyrılarak tam anlamıyla toplumsal ve milli meselelere yöneldiğini söylemek yanlış olmayacaktır.
B.Ş.: Evet Milli Mücadele yılları o dönem edebiyatında ciddi bir değişime yol açıyor. Belki başkalaşım bile denebilir. Sizin yazınıza girecek olursak, yazınızda öncelikle azınlık, kimlik, öteki kavramları üzerinden gidiyorsunuz. Dinleyicilerimiz için de Cumhuriyet dönemi de dâhil olmak üzere bu kavramların neyi ifade ettiğini açıklayabilir misiniz?
Ö.D.: Azınlık kavramını farklı kaynaklardaki tanımlama çabalarına baktığımızda azınlıklar ile ilgili belirleyici unsurun, içinde yaşadıkları toplumdan çeşitli nitelikler bakımından farklı ve sayıca az olmak olduğunu söylemek mümkündür. Baskın Oran bir toplulukta sayısal bakımdan azınlık oluşturan, başat olmayan ve çoğunluktan farklı niteliklere sahip olan gruba azınlık denildiğini ve bunun azınlığın genel tanımı olduğunu ifade etmektedir. Azınlık kavramını anlamak noktasında kimlik konusu da temel öneme sahiptir. Azınlığa mensup bireyin kimliği bireysel kimlikken, azınlık grubunun bütün olarak kimliği ise kolektif kimlik olarak da anılan grup kimliğidir. Objektif kimlik, bireyin doğuştan getirdiği kimlikken sübjektif kimlik bireyin kendi tercihleri doğrultusunda belirlediği kimliktir. Esas olarak bireyin içinde doğduğu grubun kimliği olan alt kimlik, objektif kimliğe denktir. Etnik olmanın dışında bireyin başkaca alt kimlikleri de olabilir. Vatandaşlığa denk olan ve ulusal bütünleşmeyi sağlamak amacıyla devletin vatandaşına empoze ettiği kimlik ise üst kimliktir. Kaynaklarda azınlık kavramının 16. yüzyıldaki Reform hareketinden bu yana kullanıldığı, dinsel azınlık bağlamında ortaya çıktığı, Antik Çağ’da ve Orta Çağ’da azınlık kavramının olmadığı, bu noktada Mutlakiyetçi Krallık olgusunun ortaya çıkması ile doğduğu ifade edilmektedir. Azınlık kavramının gelişmesine ve onun uluslararası hukuk ve ilişkilere sokulmasına neden olan ise Katolik ve Protestan yönetimli devletler arasında imzalanan azınlık koruma anlaşmalarıdır. Azınlık kavramı, 1815’teki Viyana Kongresi’nden sonra sadece dinsel olmaktan çıkar ve ulusal olarak algılanmaya başlanır.
Türkiye’de ise azınlık kavramı ile sadece gayrimüslim vatandaşlar kastedilmekte, Müslüman vatandaşlar; etnik, mezhepsel ve dilsel gibi çeşitli yönlerden farklı olup azınlık bilincine sahip de bulunsalar resmen azınlık olarak kabul edilmemektedir. Azınlık olarak sadece gayrimüslimleri kabul etmenin ise tarihsel, siyasal ve ideolojik birtakım sebepleri mevcuttur. Osmanlı İmparatorluğu zamanında azınlık kavramı olmayıp günümüzde azınlık olarak kabul gören vatandaşlar “gayrimüslim anasır” ya da “millet” olarak anılmakta olup millet kavramı ise “din ve mezheb aidiyetine” dayanmaktadır. Millet kavramının İttihat ve Terakki iktidarı zamanında dinsel anlamını yitirerek ulus anlamını kazanmaya başladığı ve gayrimüslimler için artık ekalliyet kavramının kullanılmaya başlandığı görülmektedir. Kurtuluş Savaşı’nın başlaması ile gayri-Müslümlerden azınlık/azlık olarak bahsedilmeye başlanacaktır. Cumhuriyet’e gelindiğinde ise gayrimüslimler için zamanla azınlık kavramının kullanımının yerleştiği görülmektedir. Birinci Dünya Savaşı sonrasında yapılan bütün azınlık koruma antlaşmalarında “soy, dil, din azınlıkları” ifadesi ölçütken Lozan’da bu ifadenin gayrimüslim kavramı ile değiştirildiği görülmekte olup bu noktada Türkiye’nin Lozan’a göre sadece gayrimüslimleri azınlık sayması hukuken doğrudur. Hem uluslararası standartlara hem de Türkiye’nin resmî görüşüne göre Rumlar, Ermeniler ve Yahudiler/Museviler azınlık olarak kabul edilen gayrimüslim gruplardır.
“Yakup Kadri, milliyetçi hassasiyetlere vurgu yapan hikâyecilerimizden biridir ve Yakup Kadri’nin hikâyelerinde azınlıklara karşı bu kadar milliyetçi bir refleksle yaklaşmasının ardında devrin siyasi ve sosyal gelişmelerinin yattığını söylemek mümkündür.”
B.Ş.: Yakup Kadri’nin hikâyeleri söz konusu olduğu için aslında Milli Mücadele döneminde azınlıklar meselesini konuşmuş olacağız. Bu meseleyi Yakup Kadri’nin hangi hikâyelerinde, nasıl görüyoruz, yazarın bu döneminde hassasiyetleri iletme biçimi, tavrı nasıl?
Ö.D.: Yunan işgalinden kurtuluşundan sonra İzmir’e giden Yakup Kadri, Yunanlıların gerek işgal süresince gerekse geri çekilme esnasında Batı Anadolu’da yaptıkları tahribatı gözlemlemek amacıyla Tedkik-i Mezâlim Komisyonu’nda görev alır, Heyetle memleketi dolaşırken azınlıkların ve Türk halkının içinde bulunduğu durumu yakından görür, halkın çektiği acılara bu geziler sırasında tanık olur. Bazı hikâyelerinin malzemesini toplumun yaşadığı bu siyasi ve sosyal olaylarla ilgili gözlemlerine dayandıran Yakup Kadri, bu malzemeyi hayal gücü ile yoğurmak suretiyle kurgusunu oluşturur ve okuyucunun dikkatine sunar. Millî Mücadele yıllarında ve sonrasında Türk halkının yaşadıklarını konu edindiği hikâyelerinde çekilen acılara ve maruz kalınan zulümlere değinen yazar bu noktada azınlıkların içinde bulunduğu duruma da hikâyelerinde yer verir. Bu hikâyelerinde kahramanların çoğunu Türkler oluşturmakla birlikte hikâyelerde azınlıklara da yaptığı gözlemlerden hareketle yaşanılan sürecin siyasi ve sosyal durumuna göre roller biçtiğini söylemek mümkündür. Osmanlı İmparatorluğu’nun en büyük gayrimüslim azınlığını teşkil eden Rumlar Yakup Kadri’nin hikâyelerinde olumsuz bir bakış açısıyla kendilerine yer bulurlar. Hikâyelerde genellikle Yunanlılarla özdeşleştirilen bir yaklaşımla ele alındığı görülen Rumlara ‘işbirlikçi’ gözüyle bakıldığını söylemek mümkündür ve bu bakış açısında onların Türklere karşı olan tavırları ile Millî Mücadele esnasında ve sonrasında yaptıkları etkilidir. Hikâyelerinde, Millî Mücadele yılları ve sonrasının kötü/tazeliğini koruyan hatıraları ile bizzat kendisinin gördükleri/duyduklarının gerek işgal kuvvetlerini, gerekse onun “işbirlikçisi” olarak gördüğü azınlıkları bu denli olumsuz çizmesine etki ettiği ifade edilebilir. Söz konusu hikâyelerinde azınlıklar tavır, davranış ve düşünceleri ile işgal kuvvetlerinin düşünce ve yaşayış biçiminin temsilcisi ve destekçisi olarak yansımasını bulurlar. Yakup Kadri, milliyetçi hassasiyetlere vurgu yapan hikâyecilerimizden biridir ve Yakup Kadri’nin hikâyelerinde azınlıklara karşı bu kadar milliyetçi bir refleksle yaklaşmasının ardında devrin siyasi ve sosyal gelişmelerinin yattığını söylemek mümkündür. Onun bu bakış açısını önemli ölçüde belirleyen Millî Mücadele’dir.
B.Ş.: Evet Yakup Kadri milliyetçi hassasiyetlere vurgu yapıyor ve bu anlamda yazdıkları da oldukça etkileyici bana kalırsa, hatta kan dondurucu bile denilebilir benim açımdan. Hikâyelerinde dilsel düzlemden bir analiz yapmaya giriştiğimizde nefret söylemine vardığı da görülüyor. Gayrimüslimler hırsız, hain, yağmacı, işbirlikçi gibi sıfatlarla anlatılıyor. Öyle ki hikâyenin birinde Rumları filoksera mikrobuna dahi benzetir. Bu tavrıyla Ömer Seyfettin’i de hatırlatıyor. “Öteki”ni daima düşman ilan etmek ve varlığını bir düşman karşısında kurmak. Düşman yaratmadan var olamamak hatta. Yüksek sesle bunları dile getirmek bir çeşit varlık tamamlayıcısı gibi… “Katmerli Bir Hıyanet” hikâyesine odaklanmak istiyorum biraz çünkü Ömer Seyfettin’de de Yakup Kadri’de de kadına bakış meselesi milli duygularla birlikte ilginç ve bir o kadar da maalesef alışıldık bir noktaya taşınıyor. Bu hikâyede mesela, hakikaten katmerli bir nefret söylemi ile karşı karşıyayız diyebiliriz. Dinleyicilerimiz için bu hikâyeyi bize açabilir misiniz ve yazarın söylemini bu açıdan siz nasıl yorumlarsınız?
Ö.D.:Katmerli Bir Hıyanet adlı hikayede azınlıklarla ilgili olumsuzlayıcı bakışın daha önce de ifade ettiğim gibi bazı romanlarındakiyle benzer şekilde azınlık bir kadın karakter üzerinden ortaya konulduğunu söylemek mümkündür. Bu hikâyede, “...” Hilâliahmer hastanesinde veznedar olan Nuri Efendi’nin ihanetle sonuçlanan gönül macerası anlatılır. Nuri Efendi’nin Anadolu topraklarında savaş başladığı günden beri evinde ikamet ettiği Rum kadın Despino okuyucuya abartılı ifadelerle tanıtılır. Hayatını zevk ve eğlenceden, özellikle de kadından mahrum geçiren Nuri Efendi, Despino’yu ilk gördüğü günden itibaren sever, onun masraflarını karşılamaya başlar, ona hediyeler verir, İstanbul’daki annesine bile para göndermeyi bırakıp bütün varını yoğunu Despino için harcar; onunla evlilik dışı bir ilişki yaşamaya başlar. Aralarındaki ilişki hikâyede gayrımeşru ve gayrımillî olarak nitelendirilir. İkisinin de aralarındaki ırk düşmanlığını unutmuş gibi olduğu vurgulanır. Dışarıda savaş bütün heyecanı ile devam ederken Despino’nun bu duruma ya duyarsız kaldığı ya da Türkler lehine bir tutum takındığı görülür ki bu tavır Nuri Efendi’ye ilginç gelmez, zira o Despino’yu kim olduğu ya da ne düşündüğünü önemsemeden sever ve kadının da kendisi için benzer duygular içinde olduğunu düşünür. Çünkü Despino’nun onun bu düşüncelerini destekler nitelikte söylemleri vardır. İlişkileri aylar sürer; Despino, Nuri Efendi’ye her geçen gün biraz daha bağlı görünür. Yaşadıkları şehrin tahliyesinin arefesinde hastane Nuri Efendi’ye, Nuri Efendi de Despino’ya emanet edilir. İşgal gününü sükûnetle karşılayan Nuri Efendi, işler düzelene kadar geceli gündüzlü hastanede kalmalıdır, Despino’dan uzak kalmak onu üzer. İşgalin üçüncü günü akşamı dayanamayan Nuri Efendi Despino’nun evine gider. İçeriden erkekli kadınlı konuşma sesleri duyan Nuri Efendi, eve girmek istediğinde kendisini soğuk bir şekilde karşılayan Despino tarafından kovulur. İşgal öncesinde Nuri Efendi’ye olan düşkünlüğü ve Türk lehine olan tutumu işgalle birlikte tamamen ortadan kalkan Despino’nun işgal kuvvetlerinin destekçisi ve işbirlikçisi konumuna geçmesi oldukça kolay olur. Ahlâkî açıdan düşkün bir kadın olarak resmedilen Despino, diğer hikâyelerde çizilen azınlık imajına uygun olarak artık “işbirlikçi bir haindir”. İşgalden önce beraber olduğu Nuri Efendi’yi, şartlar değişince hemen aldatabilen Despino’nun bu denli ikiyüzlü şekilde çizilmesi azınlık kadınlara olumsuz yaklaşan bakış açısının vücut bulmuş halidir.
Bu noktada iki hususa dikkat çekmek uygun olacaktır. Cumhuriyet döneminde kaleme alınan birçok hikâyede -tıpkı bu hikâyede olduğu gibi- genellikle azınlık özellikle de Rum kadınların ahlaki açından düşkün ve işbirlikçi olarak çizildiğini söylemek mümkündür. Bu durumun yazarların durdukları noktadan taraflı bakış açılarının ürünü olduğunu ifade etmek yanlış olmayacaktır. Hikâyede, Despino ile kurduğu ilişki ve yaptıkları nedeniyle Nuri Efendi de üstü kapalı şekilde eleştirilmekte hikâyenin sonunda kurduğu “gayrı millî” olarak nitelendirilen ilişki yüzünden bir nevi cezalandırılmaktadır.
B.Ş.: Yakup Kadri dendiğinde özellikle vurgulanması gereken bir yanı var: Proust çevirmeni olduğu. Çünkü bu onda dünyayı ve edebiyatı algılama biçimini etkiliyor ve bizlerin de fikir sahibi olmamızı sağlıyor diye düşünüyorum. Hatta kendisinin de Proust gibi bir yazar olmak istediği ancak koşulların onu Balzac gibi bir yazar yaptığını söylediğini Murat Belge’nin önsözünden okuyoruz. Koşullar elbette çok etkili ancak neredeyse aynı koşullardan çıkan, benzer yıkıntılar arasında kalan, gören başka yazarlarda her zaman bu söylem biçimine rastlamıyoruz. Koşullar haricinde Yakup Kadri’nin milliyetçiliğini başka bir yerden yorumlamak mümkün müdür?
Ö.D.: 1914’ten itibaren Türk toplumunun içinde bulunduğu durumun dönemin diğer sanatçı ve edebiyatçıları gibi Yakup Kadri’yi de toplum için yazan bir yazar olmaya ittiğini söyleyebiliriz sanırım. Yaşanan savaşlar ve Balkanların Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrılışıyla gelişen Türk milliyetçiliği kaçınılmaz şekilde onu da etkisi altına almaya başlar. Fransız yazar Maurice Barres ve Ziya Gökalp gibi yazarların etkisiyle bir değişim yaşar. Barres’in milliyetçilik ve vatan sevdası gibi içeriklerinden etkilenir. Murat Belge, Cumhuriyet ideolojisinin temel direğinin Türk milliyetçiliği, bunun babasının da her şeyden önce Ziya Gökalp olduğunu söyler ve Ziya Gökalp’in Yakup Kadri Karaosmanoğlu kuşağı üzerindeki etkisine vurgu yapar. Birinci Dünya Savaşı’nın en çetin döneminde Yakup Kadri’nin yakalandığı hastalık onun üç yıl boyunca tedavi için İsviçre’de kalmasına neden olur. Bu zorunlu seyahat onun hayatında önemli değişikliklere yol açar. Bu yıllar Yakup Kadri’nin daha toplumcu anlayışa kaydığı, millet olgusuna sarıldığı ve milli reflekslerinin olabildiğine güçlendiği bir dönem olur. 1914 yılından itibaren ülkenin karşılaştığı ağır sorunlar, onu propagandacı olmaya yöneltir demek ve onda başlayan bu duyarlılığı, Balkanlardaki Türk düşmanlığına şahit olan Ömer Seyfettin’inkine benzetmek yanlış olmayacaktır sanırım. Tedavisi sonrası döndüğünde ülke artık işgal altındadır. İşbaşındaki hükümet işgal karşısında yılgın bir durumdadır. Yakup Kadri, İkdam gazetesinde Anadolu’da başlayan mücadeleyi destekleyen yazılar yazmaya başlar. İlerleyen süreçte Ankara’ya gider. Ona göre o tarihte Ankara, Türk milliyetçilerinin hükümet merkezidir. Ankara’da gittikçe kabaran millî bir ruhla karşılaşır. Millî Mücadele onun hayatında gerçekten milliyetçilik noktasında önemli dönüm noktalarından birisidir. Edebiyat anlayışı da bu duruma paralel olacak şekilde değişir. Türklerin yeniden doğuşu olarak yorumladığı Millî Mücadele’ye bir tür Ergenekon Destanı olarak bakar. Bu noktadan sonra milliyetçilik, yazarın eserlerinde açık bir şekilde görünür hale gelir.